24 Mayıs 2011 Salı

Yalnız Nefes Demek de Yasak!

  Ne de güzel reklam yapmışlar! Öyle şunu, bunu yaptık diyerek geçmişte yaşanan faciaları unutturmaya çalışmıyor en azından. Özellikle bir reklam var, trenle ilgili. Hızlı tren yapılmış ne güzel ama trenleri bu sisteme uygun seçmeyip kazaya neden olunduğundan hiç bahsedilmiyor. Biraz göz boyayıcı sanki gerçekleri pek yansıtmıyor gibi.

  Ama CHP'nin bu reklamını gerçekten çok beğendim. Ne de güzel özetlemişler son günlerdeki durumu, hatta durumumuzu. Fazla konuşmasam daha iyi, bloglar kapatılır belki ne me lazım. En iyisi siz izleyin bir kez daha!



‘Püskevit’i Marka Yapma Planı

  Hürriyet Gazetesinin 15 Mayıs tarihli haberine göre, MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin Yozgat mitinginde bisküvi yerine “püskevit” dediği konuşma internette rekorlar kırdı. Şimdi sıra püskevitin patentini alma yarışına geldi.
  Püskevitin tescili için İstanbul ve Isparta’dan iki ayrı başvuru yapıldı. Bu başvurulardan biri üretimi, diğeri ise bir bisküvi markasına isim hakkını satmayı hedefliyor. Püskevit için ilk başvuru 12 Mayıs’ta Fahri Doğan Bato tarafından yapıldı. İkinci teklif ise 13 Mayıs tarihinde Isparta’dan Metin Arıkaya tarafından geldi.
  Başvuruların onaylanmasının bir sene bulacağını söyleyen Markiz Marka Patent Marka Vekili Orhan Eriman, marka hakkının alınmasının uzun süre gerektirdiğini fakat marka hakkının 10 yıllık süre için tescil edilmiş olacağını söylüyor.
  Her şey Devlet Bahçeli’nin Yozgat mitingindeki konuşmasıyla başladı ve tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın “one minute” hareketine döndü. Devlet Bahçeli’nin seçimler için propaganda yapmaya çalışırken söylediği tek bir kelime yapmak istediği propagandadan daha çok ses getirdi. Halkımız çok pratik. Recep Tayyip Erdoğan’ın “one minute” söylemi bir marka haline geldi, sıra “püskevit’te” .  Önümüzde ülkemizin de geleceğini belirleyebilecek önemli bir seçim varken, buna ilgi göstermek yerine, herkes kendini düşünüyor. Reklamı da hazır yapılmış bir ürün ismi bulup (hem de bir başkanın propagandasından) bunu kullanarak, ekonomilerini geliştirme derdindeler. Onlarda haklı öyle bir yerde yaşamaya başladık ki bu tür kurnazlıklar çok sıradan kalıyor. Eminim Bahçeli böyle bir durumla karşılaşacağını hiç düşünmemişti.


21 Mayıs 2011 Cumartesi

Acun Ilıcalı'yla Film Gibi

  Ve sonunda beklenen oldu Acun Ilıcalı önce Survivor yarışmasını reklam panosuna, sonrada Sinan Çetin'le Film Gibi'ye çevirdi.

  7 Yarışmacı, 7 yarışmacı yakını ve arada bir perde. Haftalardır yakınlarını görmeyen yarışmacılar, perdeden ailelerininden bir kişinin çıkmasını bekliyor falan filan... Gerçekten çok güzel bir fikir, çok güzel bir ödül olmuş. Ama bu kadar dram fazla değil mi? Adamlarda moral kalmadı ağlamaktan. Seyirci bile ağladı!

  Acun, amacının onları mutlu etmek olduğunu, bunun güzel bir ödül olduğunu belirtti. E doğruda söyledi, tabi öyledir. Ama elini vicdanına koysun, bu kadar da olur mu? Survivorda ilk defa bu kadar acıtasyon dolu sahnelere tanık oldum. Dram, gözyaşı, hüzün ve bunun gibi bir çok şey işte bu Survivordı.

  Şuan da izliyorum yarışmayı, yarışmacılar canla başla kazanmak için hırpalıyorlar kendilerini, e haklılarda. Reyting rekorları filan kırılıyor sanırım şuan. Tebrik ederim Acun'u çok iyi iş başardı yine. Acun bu işi biliyor!

19 Mayıs 2011 Perşembe

H&M Bikinili Kadın Afişlerini Kaldırdı

  Gerçekten inanamıyorum. İnsanlar nasıl bu kadar geri kafalı olabilir? H&M reklamlarından bahsediyorum tabiki de. Bazı kendini bilmezler H&M'in duraklardaki bikinili kadın ilanlarına boya atmış. Bikinili kadınların, bu saçma insanlara göre açık bulunan, ayıp yerlerinı kırmızı boya ile kapatmışlar.

  İşin acınası ve komik tarafı ise, belkide bu boyayı atan deliydi, sarhoştu sadece eğlenmek için saçma bir şey yaptı. Ama hedefi bu ilanları kaldırtmaktıysa, hedefine ulaştı. H&M konuyu araştırma gereği duymadan ilanları kaldırmayı seçti. Çok yazık! Yapılanın yanlış olduğunu ilanlarını kaldırarak, susarak mı anlatacak bu firma? Böyle yaparak onlara güç katmaktan başka bit şey yapmadı çünkü.

  Bir anda korktu bizi başka ülkelerle karıştırdılar heralde. Ama İstanbul'da da kadınlar bikini ve mayo giyiyorlar. Bu reklamları görüpte o bikinileri alacak nüfus İstanbul'un yarısından fazla belki de. Kendi müşterisine de ayıp etti, o densizlerin istediklerini gerçekleştirerek. Belki yeni bir firma olduğu için bizi daha tanımıyorlar, hemen korktular. Ama kendileri demişler "Bize fotoğraflarla ilgili doğrudan ulaşan bir eleştiri ve tehdit yok." diye.  Bu neyin korkusu?

  İlk başta bu densizlere çok kızdım, yaşadığım yer için çok üzüldüm. Ama sonra H&M'in bu tavrına daha çok şaşırdım, onlara daha çok üzüldüm!

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Suçlu Köpeği Arkadaşları Ele Verdi

  Eğer hayvanları, özellikle köpekleri seviyorsanız mutlaka izlemeniz gereken bir video. Bazı insanlar hayvanlara duyguları yok gibi davranıyor, onları akılsız sanıyorlar ya işte bu onlara cevap olsun. İstedikleri zaman nasılda herşeyi anlıyorlar. İzlediğimde çok güldüm, bir köpek nasıl bu kadar yaramaz ve sevimli olabilir, ayrıca akıllı. Diğer iki arkadaşını da unutmamak lazım. Kesinlikle izlemelisiniz, bayılacaksıız. İyi seyirler!

http://webtv.hurriyet.com.tr/5/16071/0/1/suclu-kopegi-arkadaslari-ele-verdi.aspx

15 Mayıs 2011 Pazar

İnternete 4 Filtre Geliyor Erdoğan Bile Giremeyecek

   Hürriyet Gazetesi’nin 5 Mayıs 2011 tarihinde çıkan haberine göre,  22 Ağustos tarihinde yürürlüğe girecek “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” hükümlerine göre kullanıcılar 4 internet filtresinden birini yasalar gereği seçmek zorunda kalacak. Bu filtreler aile, çocuk, yurtiçi ve standart olarak 4’e ayrılıyor. Haberde ana kaynak olarak Osman Nihat Şen’in söyledikleri kullanılmıştır. Bu söylemlere göre; kullanıcılar eğer bir paket seçmezlerse Standart Paket kullanıcısı olacaklardır. Aile ve çocuk paketlerini tercih eden kullanıcıların ceza kanununda suç olan içeriklere sahip olan sitelere erişimleri olmayacaktır. Porno ve kumar siteleri gibi sitelere giriş yapılamayacak, bu tür siteler filtrelenecektir. Şuanda kullanılan filtreleme sistemlerinin ücretli olduğunu belirten Şen, bu yeni filtreleme sisteminin ücretsiz olacağını, bu hizmetin alternatif bir “Güvenli İnternet Hizmeti” olacağını belirtmektedir.

  Bu haberin benim için önemli olmasının en büyük sebebi; Şen’in bu söylemlerine rağmen, kara liste diye adlandırılabilecek olan sitelere giriş yapılamayacaktır. Fakat Standart Paket kullananların hayatlarında hiçbir şeyin değişmeyeceğini belirtmişti kendisi. Ama Standart Paket kullanıcıları da istedikleri sitelere erişim sağlayamayacaklardır. Bu filtreleme sistemini aşmaya çalışmak ve aşmak suç sayılacaktır. Yani söylendiği gibi hayatımıza devam edemeyeceğiz. Özgür bir ülkede yaşıyoruz ve her bireyin kendi kararlarını alma hakkı vardır. Kendi çocuklarının hangi sitelere erişim sağlaması gerektiğine de ailelerden başka hiç kimse karar veremez.

  Türkiye’de her zaman önce şöyle olacak, böyle olacak diye atılır, tutulur. Ama sonuç kesindir, korkak insanlar halkın iletişimini kesmek, onları susturmak amacındadır. Yani bence bu kesinlikle masum gösterilmeye çalışılan bir sansürdür.

Medya ve Sansür

 
  21 Nisan Perşembe günü Haluk Şahin, Medya dersimize konuk oldu. Dersimizin konusu, medya ve sansürdü.Wikipedia’ya göre sansür;Çeşitli kavramların çeşitli yollarla kontrol altına alınmasıdır. Genelde hükümet tarafından uygulanır. En somut amacı toplumu korumak ve devletin üzerinde kontrol sağlayacağı şekilde geliştirmektir. Genellikle toplumu etkileyen durumlarda/eylemlerde uygulanır ve ifade özgürlüğünü bastırma amacı güdebilir. Ayrıca, sansür, toplu iletişimden kimi düşünceleri ve konseptleri çıkarma yoluyla algıyı kontrol etme eylemi olarak da nitelendirilebilir. Sansüre uğrayan şeyler tek bir kelimeden başlı başına bir kavrama kadar değişebilir ve değer sisteminden, ahlâkî yargılardan etkilenebilir.”

  Sansür uygulaması hiçbir şekilde kabul edilemez. Çünkü yaşadığımız bu dönemde hem kendi düşüncelerimizi geliştirebilecek hem de karşıt düşünceleri öğrenebilecek kaynaklara ihtiyacımız vardır. Dünya da bir konuyla ilgili sadece bir düşüncenin yer almasını bekleyemeyiz. Ne konuda olursa olsun her olayın bir iyi, birde kötü tarafı vardır. Sansür sayesinde bu olayların hep iyi tarafının yazılması ve gösterilmesi sağlanır. Yani sansürle bir toplum baskısı oluşur. Toplumda bir konuda söz söylemek isteyenlerin sözü kesilir, dinleyenler de kandırılır.  Sansür hem özgürlüğü kısıtlar hem de kandırmacadan başka bir şey değildir.

  Günümüzde de sözünü esirgemeyen, doğru bildiğini savunan ve bunu söylemekten çekinmeyen gazeteciler yargılanmaktadır. Çünkü güçlü diye adlandırabileceğimiz birileri olaylara sadece iyi açıdan bakılmasını istemekte ve kötü yanlarını yazanların, söyleyenlerin hayatlarına istedikleri gibi yön vererek onları susturmaktadır. Birilerinin yazdıkları şeylere cevap vermek yerine onları susturmayı tercih etmek işte bu sansürdür. Bu sansürden etkilenmek istemeyen gazetecilerde şimdilerde köşelerinde önemli konuları yazmak ve eleştirmek yerine farklı yollara başvurmaktadır. Köşe yazarları onlardan yazılması beklenen soft haberleri alaycı bir şekilde yazmakta, sansür uygulaması yapanları tiye almaktadırlar. Düşününce sanırım şuanda derdimizi anlatmak için yapılacak daha etkili bir şey yok. Çünkü biz sansürlüyüz.
 

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Press

  Press Filmi Diyarbakır'da gazetecilik yapmaya çalışan, Gündem çalışanlarının başlarından geçenleri anlatıyor. 92-93 yılları arasında olağan üstü hal bölgesinde çalışan gazeteciler baskıya ve şiddete maruz kalırlar. Engellemeler ve teknolojik yetersizliklerden dolayı haber yapabilmek için değişik çözümler üretmeye çalışırlar. Gündem gazetesi İstanbul merkezli olduğu için, haberleri merkeze gönderirken engellemelerle karşılaşırlar, bunu çözmek için otobüsle göndermeyi, un kavanozunda göndermeyi denerler. Fotoğraf bastırmaları engellenince, fotoğraflarını kendileri basabilmek için küçük bir oda hazırlarlar. Gazetelerin dağıtımı engellenince mahalleli çocuklarında yardımıyla gazeteyi elden gizlice dağıtmaya başlarlar. Bu gazeteciler olağan üstü hal bölgesindeki insan haklarına aykırı davranışları gündeme taşımaya, insanların gözünü açmaya çalışırken birçok da tehdit alırlar. Bu tehditleri kulak arkası etmenin bedeli de ölümdür. Etkileyici bölümlerden bir diğeri ise 17 yaşında ki Fırat’ın bunca olaya ve zorluğa tanık olmasına rağmen gazeteci olmak istemesidir.
  Filmin yaşanmış bir olayı anlatıyor olması son derece ilgi çekicidir. En önemli özelliğiyse zamanlamasıdır. Kürt sorununu ele alması, geçmişte gazetecilere yapılmış fakat günümüzde unutulmuş bu baskı ve şiddeti gözler önüne sermesi bugünle arasında büyük bir bağ oluşturmaktadır. Günümüzle, filmde bahsedilen 92-93 yıllarını karşılaştırdığımızda; gazetecilere olan tutumun çok da değişmediğini görüyoruz. Basının sesini kesmeye çalışan bir güç ve buna karşı ayakta kalmaya çalışan gazetecilere baktığımızda, günümüzle benzerlikler bulmak mümkün. Basın, baskı ve şiddetle engellenmeye çalışılmaktadır. Film doğruları gündeme taşımak isteyen gazetecilerin tıpkı bugün olduğu gibi hapishanelerde olmasının yeni bir şey olmadığını göstermektedir izleyicilerine. Bugünde gazetecilerin sesleri bir şekilde kesilmeye çalışılmaktadır.
  Türkiye’de ve dünyada filmlerde ki en çarpıcı sahnelerin daha çok hissedilmesini sağlayan en önemli unsur müziktir. Presste müzikler pekiyi ayarlanamamıştı. Görüntülerinde bazı kusurları vardı. Bunun nedeni büyük ihtimalle Sedat Yılmaz’ın ilk uzun metraj deneyimi olmasıdır. Ama Press bu özellikleriyle başarılı olabilir zaten. Konusuyla öne çıkarak insanlara etki edebilir ve bunu başarıyorda.
   Konusu acıklı olmasına rağmen içinde doğal insan ilişkilerini barındırması izleyicide hüznün içinde tebessümü oluşturuyor. İzleyen herkeste farkındalık yaratacak bir film. Mekâna ve döneme uyum sağlayan Türkçe ve Kürtçe konuşmalara yer veriliyor. Filmi tek kelimeyle özetlemek gerekirse: Gerçek!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Puf Puf, Çıtır Çıtır Poğaçalar

  Reklam pazarlama için kullanılan bir araçtır, kimi zamansa bilgilendirmek için. Reklamlar, pazarlaması yapılacak olan eşyaların hitap ettiği kitleye göre kurgulanır. Ortalama bir dakika süren reklamlarda aslında bir çok hikaye anlatılabilir. Çeşitli ev eşyalarıyla gündeme gelen Arçelik’in kadınlara hitap eden ve klasik bir hikayeyi, esprili bir şekilde anlatan reklamı buna iyi bir örnek olabilir. Arçelik, Anneler Günü ile birlikte bir reklam serisi oluşturdu. “Kadınlık ve Annelik” temalı bu reklam serisinin sonuncusunda Nevra Serezli de yer alıyor. Üstelik bir çok reklamın aksine kadın cinsel bir obje olarak yansıtılmıyor.
  Reklamın seslendiği kitle Türk Halkı ve Türkiye’de yaşayan kadınlar. Kitle aile ve anne kavramına duyarlı. Bu nedenle kurgu gelin ve kaynana arasındaki ilişki üzerinden ilerlemiş bir de kampanyaya yıllardır filmlerini izlediğimiz, sevilen bir sanatçıda eklenince eğlenceli bir reklam oluşmuş. Diğer reklamların aksine beyninize zorla bir marka kazınmıyor. Arçelik markası devamlı tekrarlanmıyor, rahatsız olup kanalı değiştirmek yerine, yüzünüzde bir tebessümle, bir komedi dizisi gibi izliyorsunuz.
  Aslında kısa bir özet geçmek gerekirse; anne karakteri memlekete dönen oğlunun tek başına gelmesini beklerken bir sürprizle karşılaşır. Kapıyı açtığında oğlunu ve gelin adayını karşısında görür. Tipik bir kaynana edasıyla oğlunun kız arkadaşına ön yargılı yaklaşır. Ardından telaşlı bir anne çıkıyor karşımıza önce “ Düşünün yavrum biraz.” ile başlıyor, bu arada kız istemeye gidiliyor. Davetiyeler hazırlanırken oğlunu paylaşamayan anne “ Henüz erken değil mi?” diye yüz asıyor. Son noktayı “ Hayatta olmaz!” diyerek koyuyor ama işe yaramıyor. Bir sonraki sahnedeyse katiyen reddettiği bu düğünde, göbekler atarken buluyoruz onu. Balayı bitiyor ve kayınvalide gelinini ziyarete gidiyor. Masada gördüğü hamur işlerine yine önyargıyla yaklaşıyor fakat yanılıyor. Arçelik fırınla yapılan hamur işleri “ puf puf, çıtır, çıtır “ oluyor. Reklamın başında gelinine ön yargılıyla yaklaşan kayınvalide, sonunda onu kızı gibi sevdiğini belirtiyor.
  Yani tamamen Türk halkının gelin- kayınvalide ilişkileri esprili bir dille gözler önüne seriliyor. Sevgi dolu bir anne, kız istemek, poğaça ve börekler, damat halayı müziği eşliğinde bir düğün ve göbek atan insanlar bu sahneler sıcak aile ortamını güçlendiriyor. Reklamı izlerken annenin önyargılarına gülümsüyorsunuz çünkü Nevra Serezli yılların birikimiyle bu davranışlara mimikleriyle espri katıyor. Kayınvalidenin önyargılı halinin, gelinini kızı gibi sevmesiyle sonuçlanan reklamda yaşananlar ekranda kendimizi görmemize yol açıyor ve ilgi çekiyor. Yani reklam ürünün kullanıcı kitlesine erişmeyi başarıyor.
  Birçok reklam kampanyasında kadınlar cinsel bir obje gibi yansıtılıyor ya da o ürün için çıldıran ve kendini küçük düşüren bir kurgunun içinde oluyor. Reklamlarda erkekleri baştan çıkaran kadınlarla karşılaştığımız bu son yıllarda kadının cinselliğiyle değil de farklı bir kimlikle bir reklamda yer alması çok hoşuma gitti. Çünkü günümüzde en alakasız reklamlarda bile kadın bir ürün için kışkırtıcı danslar ediyor, kendini erkeklere beğendirmek için çabalıyor ya da bir erkeğe sırf parfüm kokusu için arzu duyduğunu belli ediyor. Bu reklamdaysa gelinimiz modern görüntüsünün yanında yemekte yapabileceğini gösteriyor. Türkiye açısından baktığımız zaman cinsel öğeler içeren reklamlara biraz daha uzak duran bu kitleye erişmek için aileyi ve anneyi öne çıkarmak çok akıllıca. Reklamın izlenmesi ve ürünün satması için kadınların cinsel obje olarak kullanılmasına gerek olmadığına güzel bir örnek oluyor.